Basın Açıklamaları

Geçmişten Günümüze Köy Enstitüleri

Bütün dünyayı ve insan yaşamını etkisi altına alan Covid-19 salgınının dışında bir şey konuşmanın zor olduğu  ilginç  zamanlardan geçiyoruz. Bütün dünyada ve ülkemizde bir şeylerin ters gittiğinin ayan beyan ortada olduğu bu günlerden, bazı şeylerin layıkıyla yapıldığı (en azından eğitim alanında)1940’lı yıllara dönmek istiyorum.

17 Nisan tarihi Eğitim-Sen  ve dolayısıyla eğitim olgusu için çok şey ifade ediyor. 17 Nisan 1940 Köy Enstitülerinin kuruluşundan bahsediyorum.  Her 17 Nisan’da Eğitim-Sen olarak konuyla ilgili düzenlenen çeşitli etkinlikler ne yazık ki bu sene malum sebeplerle yapılamayacak. Bu yazı en azından bu anlamlı tarihin hatırlanmasına yardımcı olur diye umuyorum.

Tam 80 yıl geçti Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden.  Peki bu okullar neden bu kadar önem arz ediyor bizim için. Şöyle biraz geriye dönelim.

Osmanlı Devleti yıkılmış ve yerine yeni bir cumhuriyet kurulmuştur. Yüzü uygarlığa dönük olması hedeflenen bu genç cumhuriyette her alanda yenilikler, atılımlar yapılmaya çalışılıyor. Bunlardan birisi de ( belki de en önemlisi) eğitim alanında yapılacak reformlardır. Bu doğrultuda henüz 1920’li yılların ortalarında ünlü filozof ve eğitim kuramcısı John DEWEY Türkiye’ye davet edilir ve çağdaş, bilimsel eğitimin temellerinin atılması konusunda fikirlerine başvurulur. Bu bile günümüzün aksine o dönem eğitime verilen önemi gözler önüne sermektedir. Bununla beraber eğitim alanında çağın ve ülkenin gerçeklerine uygun adımlar atılmaya başlanmıştır. Nitekim 30’lu yılların ortalarına doğru bu adımlar meyvelerini vermeye başlamış ve 1938’de Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Hasan Ali Yücel önderliğinde, dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile beraber  17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Projesi hayata geçirilmiştir.

Köy Enstitülerinden bahsetmeden önce, bu okulların mimarı Hasan Ali Yücel’e dair birkaç söz etmeden geçmek olmaz diye düşünüyorum. Bakanlık yaptığı yedi buçuk yıllık dönem içerisinde Köy  Enstitülerinin yanı sıra, Batı Klasiklerini Türkçe’ye çevirtmiş, Devlet Konservatuarını kurmuş, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi, Yüksek Mühendis Okulu ve Tıp Fakültesini kurmuş. Yine onun çabalarıyla Türkiye UNESCO’ya üye olmuş ve üniversiteler özerk bir yapıya kavuşmuştur. Bütün bunlar bir yana bir de arkasından bizlere büyük şair, oğlu Can Yücel’i bırakmıştır.

İsmail Hakkı Tonguç’un ise eğitim ile ilgili tam on beş adet kitap yazdığını söylemeden geçmemek lazım.

Bu iki büyük eğitimcinin bütün ülkede derin izler bırakan eseri olan Köy Enstitülerine gelecek olursak… Belki de bütün dünyada dönemin en büyük ve kendine has eğitim hamlelerinden biridir bu okulların kurulması. Bu okulları özel kılan en önemli özelliklerinin başında “üretim içinde eğitim” modelinin benimsenmiş olmasıdır. Yani öğrenciler eğitim alırken aynı zamanda edindikleri teorik bilgiyi pratiğe geçirerek üretim de yapıyorlardı. Bu üretim dönemin zor şartları göz önünde bulundurulduğunda kalkınma için hayati önem arz ediyordu. Ayrıca savaş yorgunu, yoksul, eğitimsiz ve umarsız halk için de bu okullar ve okullarda yetişen öğrenciler birer umut, ışık kaynağı ve yol gösterici mahiyetteydiler.

Belki sayısal veriler ışığında bu okulların memleket için ne ifade ettiğini kavramak daha da kolaylaşır. Öncelikle bu okullarda okutulan derslerin  %50 kültür, %25 tarım %25 teknik dersler şeklinde dağıtıldığını söyleyebiliriz.

Okulların faal olduğu 6 yıllık süre içerisinde

  • 251 öğretmen (bunların 1038 tanesi kadın)
  • 300 sağlık memuru
  • 756 eğitmen

yetişmiştir.

Ayrıca Türk edebiyatında roman ve öykü dalların çok saygın yerler edinmiş Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal ve şimdi ismini sayamadığım birçok edebiyatçı, yazar, çizer de bu okullarda yetişmiştir.

Yine bu dönemde Köy Enstitülü öğrenciler kendi okullarını kendilerinin inşa ettiğini de bir tarafa not edelim.

Ayrıca ülke genelinde yaptıkları diğer hizmetlerin bazıları ise şunlardır.

  • 1500 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve bu tarlalarda üretim yapılmıştır.
  • 000 yeni fidan dikilmiş.
  • 150 büyük inşaat (devlet binaları) yapılmış.
  • 60 adet işlik (atölye) inşa edilmiş.
  • 210 öğretmenevi yapılmış.
  • 20 uygulama okulu yapılmış.
  • 36 ambar yapılmış.
  • 48 samanlık ve ahır inşa edilmiş.
  • 12 elektrik santrali kurulmuş.
  • 16 su deposu ve 17 tarım deposu bu okuldaki öğrenci ve öğretmenler tarafından yapılmış.

Bunların dışında köylerin ve köylünün hayatına yaptıkları olumlu etki, okur yazar oranının artmasında oynadıkları rolü de düşününce bu okulların ne denli hayati önem taşıdığını tahmin etmek zor değil. Hem eğitim hem üretim anlayışıyla hayatın her alanında memlekete dokunmak, faydalı olmak bu olsa gerek.

Ülkenin 21 farklı yöresinde açılan bu okullar John Dewey’in ‘eğitim yerel koşullara göre yapılmalı’ anlayışı doğrultusunda, kurulduğu bölgenin yerel dinamikleri dikkate alınarak faaliyet gösterdi. Dolayısıyla bu ilke söz konusu bölgenin kalkınması noktasında muazzam katkılar sağladı.

Hemen hemen her açıdan dezavantajlı konumdaki köylü çocukları bu okullarda yetişip yurdun dört bir yanına dağılmış ve hayatın her alanında fark yaratmışlardır.

Fizik, piyano veya edebiyat dersinden çıkıp lahana tarlasına çapa yapmaya giderek yetişen bir nesil hayal edin. Yanı sıra ev inşa edebilen, halı dokuyabilen, iğne yapabilen, ağ onarabilen, çift sürebilen öğrenciler yetiştiren bir eğitim sistemini; bir de liseden mezun olduktan sonra hala ayakkabısını bağlayamayan öğrenciler yetiştiren  günümüz eğitim sistemini düşünün. Ve nasıl olur da oradan buraya gelebildiğimizi…

Bu konuda Hasanoğlan Köy Enstitüsüne dair aşağıdaki rakamlar belki fikir verebilir.

1945 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsünde:

  • 259 adet mandolin
  • 160 adet klasik müzik plağı
  • 55 adet keman
  • 37 adet bağlama
  • 3 adet piyano
  • 3 adet davul
  • 8 adet akordeon
  • 1 adet pikap
  • 1 adet metronom mevcut.

Bir de günümüzde müzik derslerinin temel enstrümanının sadece FLÜT olduğu gerçeğini düşünün.

Gogol piyeslerinin oynandığı, merdivenlerinde kemanların çalındığı, sınıflarından piyano seslerinin yükseldiği, Shakspeare eserlerinin duvarlarında yankılandığı eğitim yuvalarıydı bu okullar.

Her aydınlık bir karanlığı yok ederek saçar ışığını. Ama gelin görün ki bazen karanlık galebe çalar ve ışığı kendi dipsiz girdabına hapseder. Nitekim cumhuriyet kazanımlarının belki de en büyük zaferi olan bu okullar, akıllara durgunluk veren karalama ve anti-propagandalara kurban edilerek kapatıldı.

Aşağıdaki küçük hikaye bu okulların neden kapatıldığı ile ilgili bize uzun açıklama ve analizlerden daha çok fikir verecektir diye düşünüyorum.

‘1940’lı yılların sonuna doğru ilk çok partili seçimler yaklaşmaktadır. Türkiye’de çoğu yerde olduğu gibi Van’da da aşiretçilik ve köy ağalığı yapısı hakimdir. Bu yapılar aynı zamanda siyasetçiler için toplu oy deposu demektir. Van’ın bilinen köy ağalarından biri, kendisinden seçimlerde oy istemeye gelen mebus adaylarından birine “ Köylü eskiden bir ihtiyacı olduğunda bize gelirdi, bize akıl danışır, sözümüzden çıkmaz, bize güvenirdi. Fakat şimdi her mevzuda öğretmene gidiyorlar, ona danışıyorlar, onun sözüne itimat ediyorlar. Bu okullardan çıkan  çocuklar yüzünden köylünün bize ihtiyacı, itimadı ve bağlılığı gitgide azalıyor. Bu bizim içim çok kötü bir şey. Eğer bu okulların kapatılması için söz verirsen sana 50 bin oyu garanti edebilirim.” der.

Mebus seçilir.

Sözünü (!) tutar.

Ve ardından hikayenin nasıl devam ettiğini günümüz eğitim sistemine bakarak hepimiz tahmin edebiliriz.

 

Selahattin DÜZGÜN

Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi

Eğitim Sekreteri